
Yaşlı adam baldırındaki yara çoktan kabuk bağlamış, yaranın varlığını bile unutmuştu. Bu gece nedendir bilinmez kabuk kalkmış, yara yeniden kanamaya başlamıştı. Yürüyemediğini gören insanlar onu en yakın hastanenin aciline götürdüler. Acil Servis sakindi. Yarası ile ilgilenen görevli yaranın ne zaman olduğunu sordu. Bir de sebebini. Baldırındaki yaranın, kimliğini ortaya çıkarmasından ürktü. Sözcükleri ağzında yuvarladı. İçeri giren doktorun elindeki kitabı dolabın üzerine koyması ile sırtı ürperdi. Gözlerini kitabın kapağından alamadı. Genç doktor hastanın yarasına baktı. Adamla göz göze geldiler. Yaşlı adam gözlerini kaçırdı. Yüzünü çevirdi.
-Tamam dedi hemşireye, ben ilgileneceğim. Çıkabilirsin. Sırrını ele vermedi. Hemşire şaşkın gözlerle olur anlamında başını salladı. Perdeyi aralayıp çıktı.
Doktor nöbet sonrası yaşlı adamı evine götürdü. Yarasına su değdirmeden onu bir güzel yıkadı. Karnını doyurdu. Bahçeye bakan çalışma odasındaki tek kişilik yatağa yatırdı. Derin bir uykuya daldı. Yaşlı adam ertesi günü dinlenerek geçirdi. Akşam ızgara kokusu iştahını iyice açtı. Gözü sehpanın üzerinde duran iki kalın kitaba gidip geliyordu. Niye bu kitapları getirip önünekoymuştu ? Hem kapaklarında kendi adının yazılı olduğu bu kitaplarda onunla ilgili bu kadar çok ne anlatılmış olabilirdi ki? Benden ne çok söz etmişler. Keşke okuyabilsem hakkımda söylenenleri. Meğer ne kadar önemliymişim. En iyisi eve dönerken bu kitapları da yanımda götüreyim.
Şarap kadehini kaldırdı doktor.
Sağlığına. İhtiyar sen de iyi gezdin ama. Eee anlat bakalım eve vardıktan sonra neler oldu? Buralara nasıl geldin? Acıkmışsındır hadi buyur. Afiyet olsun.
Adam doktorun yüzüne baktı. Bahçeye hazırlanmış sofradaki yiyeceklerin tadına bir an önce bakmak istiyordu.
-İyi de sen beni nereden tanıyorsun? O kadar da önemli biri değilim ki?
Doktor kahkahayı patlattı.
-Tabii senin başımıza açtığın işlerden haberin yok. Yemeğimizi bitirelim de yola çıkalım. Yolda anlatırım. Seni yaşlı zampara. Sen de az değilsin hani.
Yemeğin ardından yolculuk hazırlıkları tamamlandı.Uzaktan kumanda ile arabanın kapılarını açtı. Yaşlı adam ayağını uzatsın diye arka koltuğa yatırdı.
-Benim bildiğim en son Athena’nın sözünü dinleyip savaşmaktan vazgeçmiştin. Barış sağlanmıştı. Penelopeia’ya ve oğluna kavuşmuştun.
-Bana adını bağışlar mısın? Kiminle konuşuyorum? Kim bana beni anlatan? Anan baban kimdir?
-Adım İskender. Doktorum. Annem ve babam sıradan insanlar, tanımazsın. Hastaları iyileştiren kişi diyelim. Hani sizin Hipokrat vardı ya onunla meslektaş sayılırız.
Hipokrat’ın adını duyunca yattığı yerden doğruldu, ortak bir tanıdık bulmanın sevinciyle;
-Hipokrat yaşıyor mu?
-Yok, canım ama bizim mesleğin kurallarını koyan olarak onu kabul ediyoruz. Asıl sen buralarda ne arıyorsun onu anlat bakalım. Senin şu meşhur yaran da yüzyıllardır kimlik belgen gibi oldu.
-Çocukken açılan yaralar ömür boyu kapanmıyor doktorum. Ne kadar büyürsen büyü yara da seninle kalıyor işte.
-Eve döndüğünde de sütninen seni yarandan tanımıştı değil mi?
-İyi de sen bunları nereden biliyorsun? Yoksa ulu Zeus mu kulağına fısıldıyor? Ne zamandır ne ondan ne diğer tanrılardan, ne de mentor’dan haber alamadım.
-Alamazsın elbette onlar artık sadece kitaplarda. Biz seni de kitaplarda sanıyorduk ama yine yapmışsın yapacağını kaçıp dolaşıyorsun. Nerelere gittiğini sormayacağım. Senin dolaştığın kıyıları bir bir dolaşan çılgınlar bir kez daha yola çıkmasın diye. Ama bu kez ben seni bir yere götüreceğim. Bakalım anımsayacak mısın kurnaz ihtiyar. Nasıl yaran acıyor mu?
Arkadan gelen horultu doktorun kendi kendine konuştuğunu anlamasına yetti. Yaşlı adam çoktan uykuya dalmıştı. İlaçlar etkisini göstermiş olmalı. Arabayı sağa çekti. Yarayı üstten kontrol etti. Herhangi bir kanama yok, yara tertemiz.
Dinlenmek için bir akaryakıt istasyonunun parkına girdi. Bir kaç saatlik uyku yeter artardı. Bu hafta sonu beklenmeyen misafiri ile oldukça eğlenceli geçecek belli ki.
Güneşin ilk ışıkları ile uyandı. Akaryakıt istasyonundan iki kahve, sandviç, çikolata, su alıp arabaya döndüğünde yaşlı adam da uyanmıştı. Önce yarasına baktı. Kabuk bağlamaya başlamış yarayı temizledi, ilaçları sürdü. Pansuman tamamlanınca yaşlı adama oturması için yardımcı oldu. Kahvenin eşliğinde sandviçlerini yediler.
-Hadi artık beni nerden tanıdığını anlatmayacak mısın?
-Amcacım seni bir tek ben tanımıyorum ki. Milyarlarca insan seni tanır. Okullarda ders olarak bile anlatılıyorsun. Senin yolculuğun nice romanlara, şiirlere, oyunlara ilham kaynağı oldu. Filmler çevrildi diyeceğim ama sen film nedir bilmezsin.
Bu kadar önemli olduğunu duyan yaşlı adam gururla sırtını koltuğa yasladı. Yarasını unutup bacağını kıvırmak istediğinde can havliyle bağırınca bütün o kasıntı halleri bir anda tuzla buz oldu. O kadar çok tanınınca kendisini Zeus gibi hissetti. Ama ah bu çocukluk. Ne derin bir yara açmış. Acısı bu yaşta bile dinmiyor. Ne kadar kabuk bağlarsa bağlasın.
-Buralarda domuz bulunur mu? Biraz korku seziliyordu bu soruda.
-İhtiyar uslu dur. Domuz var ama korkma seninle domuz avına çıkmayacağız.
Araç kahverengi yön işaretinin gösterdiği istikamete döndü. Biraz sonra pek çok otobüs ve özel aracın park ettiği geniş bir park alanına girdiler.
-Burada bekle dedi doktor. Bir tekerlekli sandalye bulup getireyim.
Yaşlı adam kafasını kaldırdı. Gözlerine inanamadı. Hayır, bu olamaz. Gördüğünün bir rüya olduğunu düşündü. Yaşadığı onca macera, denizlerdeki fırtınalar, kızdırdığı tanrılar, kaybettiği askerleri, siren kayalıkları tüm bunlardan sonra evine İtheka’ya varmıştı. Bundan çok çok eski zamanlarda gelmeyi hiç istemediği yerdeydi. O zamanlar yeni evliydi. Sevgili karısından ayrılmayı hiç istememişti. Savaş görüntülerini anımsadı. Karısından ayırıp katılmak zorunda olduğu savaş burada olmuştu. Gemilere binip kaçışları. Ya da kaçar gibi yapmaları. Truva. Bu at mıydı yoksa buna benziyor muydu? Bunca yıldır insanlar Truva’lıları kandırdıkları tahta atı unutmamışlar. İhtiyar buna çok şaşırdı. Bir kez daha gururu okşandı. Gençliğinde ona boşuna cin fikirli, uyanık demiyorlardı. Tahta At yapalım hediye getirdik deriz diye başlayan cümleleri kurduğunda hemen kabul etmemişlerdi. Ama işte şimdi o at herkesin bildiği Truva Atı olarak karşısındaydı.
Eseriyle gurur duyan bir sanatçı gibi baktı ata. Gerçi aslı daha güzeldi ona göre.
-Aklımı seveyim. Ben olmasam bu savaşı zor kazanırdık. Hem askeri hem de siyasi manevralarımla kaybedilen savaşı kazandık. Ama ah sen Posedion ne suç işledim de beni yıllarca evime hasret bıraktın? Denizlerde yolumu bulmamı engelledin?
Doktor tekerlekli sandalyeyi iterek arabanın yanına geldi. Tahta Ata hayretle bakan yaşlı adama gülümsedi.
-Demek hatırladın ha. Yok, bu senin önerinle yapılan tahta at değil. Ama efsane öyle yaygınlaştı ki. Truva’ya çok uzun yıllar sonra buranın sembolü olarak bu at yapıldı. Sahi sen nasıl akıl ettin bu atı ihtiyar. Anlatsana.
Bu sırada yaşlı adamı tekerlekli sandalyeye oturtmuş, atın yanına götürmüştü.
Hava serinlemeye başladı. Truva bu kez savaşçıları değil yüzlerce misafirini ağırlıyordu. Yaşlı adam etrafına bakındı. Kendilerine doğru gelen genç kadını çok beğendi. Doğrusu güzel kadındı. Helen’e ne çok benziyor diye geçirdi içinden. Güzel kadınlardan hoşlanmayı unutmamıştı. Oturduğu koltuğu bir taht olarak hayal etti. Kendisini de tanrı kral. Sakallarını okşadı. Kadın İskender’e sarıldı. Burada buluşmak için önceden sözleşmişler.
-Hadi tanıştırsana beni. Kim bu güzel kadın?
-Söylediğinde inanmamıştım. Gerçekten de o.
Kadın hafifçe eğildi. Göz göze geldik. Elini uzattı.
-Size hangi isminiz ile hitap etmemi istersiniz? Yunanlı adınız Odysseus mu yoksa Romalı adınız Ulysses’i mi kullanıyorsunuz?
Yaşlı adam gülümsedi. Gökyüzünde onlarca leylek çoktan göç yolculuğuna başlamıştı. Yarasına dokundu. Aklından kim bilir neler geçiyordu. Genç kadın elindeki şal ile yaşlı adamın sırtını örttü. Truva’nın içlerine doğru yürümeye başladılar.
-Bu genç adam oğlum Telemakhos’a ne kadar da benziyor. Yoksa bir kez daha beni bulmak için mi evden ayrıldı?
İskender ve genç kadının mutlulukları onu geçmişe götürdü. Dalıp gitti eski günlere. Zavallı Penelope. Evet, artık eve dönme vakti, yaram da iyileşti. Penelope güz bitmeden yanındayım. -Evet, evet eve dönmek istiyorum.
Genç kadın gülümsedi.
-İhtiyar bu kadar evetin ardından sana Ulysses demenin de tam zamanı.
Yaşlı adamın yarası bir kez daha kabuk bağlamaya başladı. Dönüş yolculuğu başlamıştı.
Dublin kentinde o meşhur kulenin önünden süzülen sararmış yaprak bu haberi kim bilir kime taşıyordu.
İlkiz KUCUR