
Bir hüznü nasıl anlatırsınız deseler sonbahar derim. Hüzün yaralarımızın gölgesidir.
‘’ Gitme sonbahar oluyorum sonrası hiç ‘’
İnce bir sızı nükseder. Serin yağmurların arasından ağaçlar dökülen yapraklarıyla alkış tutar yaralarına insanın. Yaralarının toplamıdır insan. İçine kanar.
‘’ Deşme içimdeki narı, üzerimde beyaz gömlek var ‘’
Gidecek yeri olmadığında yaralarına gidermiş insan. Kaç yaranız var? Görülen, görülmeyen, kanayan kabuk tutan, izi kalan… Yaranızsa merhem olmayacaksa da yeni yaralar açmamalı insan. Öldürmeyen acının güçlendirdiği söylemi debelki de bir şehir efsanesi…
Herkesin yarası, yar ile arası kadardır, derler. Yara kabuk tuttuğunda derin bir nefes alınır, kanama durur ve bir rahatlık hissedilir. Derin yaralar kabuk tutukça sızlar hatırlatır kendini, bazen de iz bırakır. Derken zaman geçer, geçmiş bugüne, bugün düne karışır. Olur olmadık vakitlerde gösterir kendini. Rüzgârın uğultusuna, sonbahar yapraklarının safran sarısına dalmışken; görürsünüz o izi, o lekeyi, o gölgeyi… Gördükçe anımsarsınız, anımsadıkça daha da kanarsınız.
Yaralarımız bizi naif bir insan mı yapar yoksa daha da sertleştirir mi? Derin dipsiz bir kuyuya atarız onları çoğu zaman. Ne kadar acırsanız o kadar kanarsınız. İnsanı insan yapar, yaralar. Ötekileştirmeyin var olsunlar, var oldukça güneşe de dursunlar. Yaralarınızı sevin.
Earle Dickson, yemek yaparken eşinin sürekli elini kesmesine dayanamayıp yara bandını icat etmiş. Aşk iyileştirici özelliğini burada gösteriyor. İronik,bilimsel ve romantik.
İnsanlık tarihi bir çok yaralar almış, ölümcül ve iflah olmaz. Savaşlar katliamlar hastalıklar, doğal afetler…
Ne insanlık ne de doğa birbirlerinin yarasını sarmış. Yeni yaralar açmaya devam etmekteler.
Yunan Mitolojisi’nde Telefos, Truva Savaşı sırasında Akhilleus ( Aşil ) tarafından yaralanmıştır. Yarasını hekimler iyileştiremez. Telefos’a yarayı ancak yapar iyileştirir derler. Akhilleus, onu yaralayan mızrağın ucundaki pası Telefos’un yarasına sürer ve iyileşir. Yarayı yapan iyileştirir efsanesi de buradan gelir. Ne yazık ki, Akhilleus Truva savaşı sırasında Paris’in sol topuğuna attığı ok ile ölmüştür.
Paris, Akhilleus’u iyileştirebilir miydi? Yoksa Paris yaranın kendisi miydi?
Truva’nın yok olmasına yağmalanmasına neden olan Helen aşkının yıkıcılığı Paris’i yaranın ta kendisiydi yapmıştır.
Yaraların çeşitleri vardır. Devlet diliyle eliyle yapılmış yaralar, aile içi yaralar, toplumların birbirlerine açtıkları yaralar ve aşk yaraları… Bakınız yaralı sayısı defteri sayfa sonsuz…
Doğumdan ölüme kadar macera ve çile niteliğindeki hayatlarımızın birer iz düşümüdür yaralarımız. Kırıldığımız, yorulduğumuz, dağıldığımız, düşüp kalktığımızda bize zimmetli yaralarımız.
Yaralarınızı sevin!
Biri hariç, devlet eli ve diliyle olanları…Bizi bizden eden ve biz olmamıza izin vermedikleri için açtıkları yaralar, onların yüzünden olduğu için affı da yoktur.
Kimsenin yarası olmayın!
Emel KAYALI