KARTALIN KIRIK KANATLARI


Yarayı içinde taşıyan için ne zordur gülmek. Etana da gülerken yarası kanayanlardandı. İçinde büyüyen, büyüdükçe acısını derinleştiren derdine çareyi ararken, yüreğinde biriktirdiği gözyaşları tufana neden olmuştu. Aslında tufan da Etana’nın çağıldayan, çağıldadıkça önündekileri yutan sele dönüşen gözyaşlarıydı.

Ah bu gözyaşları ne kadar haklıydı! Göklerin hâkimi kartalın sırtında yeryüzünü seyretmeye çıktığında çok gençti. Umutları taze, geleceğe dair hayalleri sayılamayacak kadar çoktu. Bütün hayalleri bir adım ötesinde, elini uzatsa tutabileceği yakınlıktaydı. Her şey sırtında âlemi seyre çıktığı kartalın kanatlarının kırılmasıyla başladı.

Kartal, tepe dallarına yuvasını yaptığı ağacın köklerinde yaşayan yılanın yavrularını yemeseydi yaşam alt üst olmayacak, dünya tersine dönmeyecekti. Çünkü verilen söz bozulmuştu. Oysa kartal yılana ve yavrularına dokunmayacak, yılan da kartalın özgür uçuşunu engellemeyecekti. Oysa kartalla yılanın sözleşmeleri vardı aynı ağacı mesken tutarken. Herkes kendi dünyasını kuracaktı aynı ağaçta. Biri tepesinde kurdu yuvasını, ötekisi köklerinde. Yaşam sözleşmeye uygun sürdü gitti ta ki yılan yavrulayıncaya dek. Dayanamadı kartal körpe yılan bedenine, unuttu verdiği sözü. Gözü döndü, anneleri yiyecek aramaya gittiğinde, yalnız kalan yavruları mideye indirdi.

Beklendiği gibi oldu her şey. Huzuru olmaması gerekirdi dünyanın, verilen sözün tutulmaması, edilen yeminlerin bozulması gerekirdi. Dünyanın her daim kaosu yaşaması gerekirdi. Öyle de oldu. Kartal da sırtında gezdirdiği yeryüzü çobanının, Etana’nın büyüklüğünü kendi büyüklüğüne katıp her şeye hükmedebileceğini düşündü ve yılanın yavrularını yedi.

Ah büyük Şamaş! Dayanılmaz, ne büyük acıydı bu!

Olanlar karşısında nerelere gövdesini vuracağını bilemedi yılan. Hangi uçurumdan atsaydı kendini içi soğurdu. Hangi çarkıtlarda parçalasaydı gövdesini dilim dilim, acısı dinerdi, bilemedi, bulamadı! İçinde acısı büyüdükçe büyüdü. Gönlündeki kavurgan ateşi her geçen gün harlandıkça harlandı, korlandıkça kavurdu. Sığamadı dünyaya. Dayanılmaz bir hal alınca içinde durmadan patlayan volkan, Şamaş’a yakardı yine çaresiz.

“Bana yaşattığı acının hiç olmazsa yarısını yaşasın şu kibirli kartal, razıyım! Etana’yı taşıyor diye kendini gökyüzü sanıyor. İçimde yaktığı ateş beni kavururken o nasıl özgürce uçuyor? Yardım et bana yüce Şamaş! İçimdeki volkanları durdur!” diye inledi.

Şamaş durup düşündü. Dünyanın kaosunu çözmeye gücü yetmemişti ama hiç olmazsa haksızlığa karşı bir şey yapmalıydı. Yakışmazdı kendisine, adaletsizlik kol gezerken yeryüzünde, her gün yeniden doğmak gökyüzünde. Yol gösterdi yılana. Ölü bir boğanın midesine saklanmasını öğütledi. Kartal dayanamaz, yemek için mutlaka boğanın üstüne inerdi. Ondan sonrasında becerisini gösterip intikamını alabilirdi yılan.

Koskoca güneş tanrısı, yeri göğü dölleyen Şamaş’a bakar mısınız? Göze göz, dişe diş kuralını öğütlemekte bir ölümlüye. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demekte sanki. Yılan güneş tanrısının dediğini yapar. Girer ölü bir boğanın midesine, yaklaştığında kartal büyük bir iştahla davetkâr leşe, atar kendini kartalın üstüne, bir hamlede, genç bir ağacın sürgün dalları gevrekliğindeki kanatlarını kökünden koparır kartalın. Kör bir kuyuya atar, kimseler görmeden kıvranıp dursun, gökyüzünün maviliğine hasret kalsın diye.

Kartal ortalarda görünmeyince, kader tanrıları Anunnakiler krallığın gökten yere indirilmesini isterler. Cennet tanrısı İgigi’yle birlikte yeryüzünde Kiş şehrini kurarlar. Kral olarak da Etana’yı düşünürler. Krallığın alametleri olan asa, taç, çengelli çoban sopası ve tiarayı gökyüzü tanrısı Anu’nun önüne getirip Etana’nın Kiş şehrine kral olarak atamasını isterler ama…

Eyvah!

Eyvah ki ne eyvah!

Etana’nın krallığın devamını sağlayacak bir oğlu yoktur.

Bir oğlu yoktur Etana’nın!

Etana’nın bir oğlu yoktur!

OĞLU YOKTUR ETANA’nın!

İnsanlığın en bu önemli yarası o günden bugüne miras kalmıştır. O günden bu güne, kartopunun çığa dönüşmesi gibi yuvarlana yuvarlana, büyüye, büyüye gelmiş, bir ateş topu gibi kucağımıza düşmüştür. Anu şaşkındır, Anunnakiler, İggiler daha da şaşkın. Değil oğulsuz kral, oğulsuz bir ev bile kabul edilir bir şey değildir Sümer ülkesinde. Kime kalacaktır ekilip biçilen tarlalar, su kanallarında çalışan köleler, çömlekçinin çıkrığı, çiftçinin kazması. Kime kalacaktır Etana’dan sonra krallık, eğer yoksa bir oğul. Ne yapıp etmeli, hemen bir oğlu olmalıdır Etana’nın.

“Ey Şamaş, üzerimdeki bu yükü kaldır, bana bir isim bağışla, bir oğul gönder. Bana doğum otunun yerini göster!” diye, defalarca tekrarlayarak Şamaş’a yalvarır hiç durmadan Etena, hem de her gün kurbanlar keserek.

Şamaş, bir kralın oğulsuzluğunun ne tür uğursuzluğa, nasıl bir felakete yol açacağını bildiğinden yol gösterir Etana’ya. Doğudaki ikiz dağlarını aştıktan sonra önüne çıkacak kör kuyudaki kartalı çıkarabilirse içindeki karanlıktan, doğum otuna gidecek yola taşıyacaktır kartal da onu. Etana da mitosun gereğini yapar. Önce aşılmaz ikiz dağları aşar, sonra dipsiz kör kuyudan kartalı çıkarır. Sonrasında birlikte İştar’a giderler otun yerini öğrenmek için ve Etana muradına erer. Bir oğlu olur. Doğan oğlan babasını yeniden Sümer ülkesinin kralı yapar. Kartalın kırık kanatlarını yerine takar, sırtına binip dolaşır gökyüzünde gururla. Aşağıları seyreder yeniden, ben yarattım edasıyla. Yeryüzünün, gökyüzünün düzenini sağlar hem de oğluyla birlikte. Çoban tanrı olarak krallar listesindeki yerini alır ve ondan sonra yerine geçen oğlu Balih 400 yıl hüküm sürer Sümer ülkesinde.

O gün bu gündür oğulsuzluk en büyük yaradır insanlığın düzeninde. Erkek evlatsız olmaktansa ölmek yeğdir yeryüzünde. Tanrı kimseyi oğulsuz yaşatmasın diye çaba gösterir düzen koyucular. Kadınlara doğurdukları erkek çocuk sayısınca değer biçerler. Erkek çocuk doğuramayanları cezalandırırlar. İnsanlık ayıbıdır bir kadın için erkek çocuk doğurmamak. Ölsün daha iyi. Birbirleriyle yarıştırırlar kadınları, doğurdukları kız çocuklarını yok sayarak. Dünya erkek olur baştanbaşa, başka cins yokmuş gibi döner yalpalaya yalpalaya.

Bir kartal kanatları olmadan kartal olamazsa, bir erkek de erkek çocuğu olmadan hiçbir şey olamaz. Baba olamaz, kral olamaz, insan olamaz. Değişmez bir yasa maddesi olarak yaşamı inşa ediyor egemen söylem,

ERKEK ÇOCUK SAHİBİ OLMALI BİR BABA MUTLAKA!

Ya olmazsa? …

Olmazsa yara büyük, kapanmaz. Toplum dışıdır önce kadın sonra da adam. İkisi de yarımdır, yaralıdır. Erkek yarasını başka bir kadınla sarmaya çalışır da ya kadın? Kadın içinse mademki bir erkek çocuk doğuramadı, yaşamasa yeğdir.

İşte o günden bu güne, ta Sümer’den başlayarak erkek söylemiyle kuruluyor dünya. Yaşam erkek söylemiyle var ediliyor. Yara büyüdükçe büyüyor, büyüdükçe büyüyor, kangren oluyor!

Sülbiye Yıldırım