İLK YETENEK DÜELLOSU:


MARSYAS’IN HAZİN SONU

Yetenek insanlık için öyle bir lanettir ki varlığı da yokluğu da başına pek çok dert açar. Başarı da çoğu zaman yetenekle birlikte gelir fakat size hiç istemediğiniz kadar düşman kazandırır. Yeteneğiniz olduğu için hiç çaba harcamadığınız düşünülür. Oysaki yeteneği olan kişinin o alanda hataya düşmemek için çok daha fazla çalışması gerekir. Başarıyla taçlandırılan yetenek elbette ki cezasız kalmayacaktır, tıpkı Marsyas’ın başına gelenler gibi…

                Tarihte yeteneğinin cezasını ilk çeken kurban olarak bilinir Marsyas. Yaradılışça kusurlu kabul edilen bir satyrostur (satir). M.Ö. 4000 yılında güzellik timsali tanrıça Athena’nın ellerinden çıkan bir müzik aletinin lanetli olduğunu ve kendi sonunu getireceğini aklına dahi getiremezdi.

                Mit’e göre güzeller güzel tanrıça Athena bir gün erkek geyik boynuzundan üflemeli bir müzik aleti yapar ve bunu gururla çalmaya başlar. Her daim güzellik yarışı içinde olduğu Aphrodite ve Hera yaptığı flütü çalarken yanaklarının şiştiğini ve çirkinleştiğini söyleyip onunla dalga geçerler. Bunun üzerine çok sinirlenen Athena, kendini İda dağına sürer. Orada bir göl kenarında flütü çalmaya başlar. Suda kendi yansımasını gördüğünde gerçekten de yanaklarının çirkin bir hal aldığını düşünür ve bundan hiç hoşlanmaz. Flütü o dağa saklar, müzik aletine de onu bulup çalan kişilere de lanet okur.

                Tüm bunlardan habersiz dağda dolaşıp doğa tanrısı Pan için besteler yapan Marsyas, flütü bulur ve bestelerini bu müzik aletiyle çalmaya başlar. Neredeyse tüm zamanını bu flütü çalmaya harcar. Bir zaman sonra onu dinleyenler ne kadar başarılı olduğunu konuşmaya başlar. Sırf onu dinlemek için uzak ülkelerden gelenler olur. Ormanda ne kadar canlı varsa onun müziğiyle mest olur. Bazıları flütün sihirli olduğunu söylerken bazıları ise Marsyas’ın yeteneğinin ne kadar büyük olduğunu övmeye başlar. Bu övgüler o kadar abartılır ki Marsyas’ın yetenek tanrısı Apollon’dan bile güçlü bir etkiye sahip olduğu dilden dile dolaşır. Pek tabii bu söylentiler Apollon’un da kulağına gider.

                Apollon, sinirini belli etmeyerek Marsyas’a bir müzik düellosu teklif eder. Düello sonunda kazanan kaybedene istediği cezayı verebilecektir. Bir tanrı karşısında olduğunu unutan ölümlü satir kendinden emin bir şekilde bu teklifi kabul eder ve düello başlar. Apollon lyrede, Marsyas ise flütte oldukça başarılı birer performans gösterirler. Fakat tanrının gazabından korkan iki jüri de oyunu Apollon’dan yana kullanır. Hak yenmesine göz yummak istemeyen ve iki oy hakkına sahip olan Kral Midas ise her iki oyunu da Marsyas’tan yana kullanarak eşitliği sağlar. Beraberlik açıklanır ancak Apollon bundan hiç memnun değildir. Zekasını kullanarak müzik aletlerini bir kere de tersten çalmalarını önerir. Marsyas ya tanrıyı daha fazla kızdırmamak için ya da aşırı özgüveninden bu teklifi de kabul eder. Lyre tersten rahatlıkla çalınabilirken flüt için bu mümkün değildir. Kaçınılmaz olarak düelloyu tanrı kazanır. Sıra cezalandırmaya geldiğinde Apollon’un hiddetinden önce iki oyunu birden Marsyas’a veren Kral Midas nasibini alır. Müzikten anlamadığını, kulaklarının iyi müziği duyabilecek kadar büyük olmadığını söyler ve bu nedenle kulaklarını tıpkı bir eşeğin kulakları gibi uzatır. (Midas’ın hikayesi de burada başlar fakat o başka bir mit konusu) Burada esas en büyük “yara” Marsyas’ta açılmıştır. Apollon’un bu yetenek düellosu sonucunda verdiği ceza, bir ağaca bağlanıp canlı canlı derisinin yüzülmesi olmuştur.

                Eğer mitler bize ders vermek için anlatılıyorsa bizler Marsyas’ın hikayesinden neler öğrenmeliyiz? Başarı ve yetenek birleştiğinde başımıza büyük dertler açılabilir. Ama asıl dert gözleri kör eden özgüvene sahip olmaktır. Marsyas rakip olarak kendine tanrıyı seçmemeliydi ya da sınırlarını bilmeliydi, belki o zaman sonuç çok farklı olurdu. Yüzyıllar ve toplumlar değişse de değişmeyen bir sonuç var ki, “hiçbir başarı cezasız kalmaz.” Marsyas da yüzyıllar önce bu sözün ilk timsali olma çaresizliğini yaşamıştır.